12 Mayıs 2019 Pazar

İlk Bağ


Hiçbir şeydi ilkin.
Yoktu.
İki bedendeki farklı iki hücreydiler bağlanmadan önce birbirlerine.
Biri milyonlarcası arasından sıyrılmış, diğeri bir ömür her ay özenle oluşturulanlar içinden seçilmişti.
Değmeden önce birbirlerine değişmeleri gerekti.
Olgunlaşmaları...
Biri azalarak yoğunlaştı, diğeri gelişti çoğaltarak kendini.
Biri uzun yollar kat etti, diğeri kendi içinde büyük devinimler.
Yumurta bekledi, sperm yol aldı.
Yumurta büyüdü, sperm küçüldü.
Yaşamın özüydü bağlanmak...
Bağlanabilmeleri gerekirdi "can" olabilmek için.
"Can" katabilmek için varoluşlarına...
Kendiliklerini aşabilmek için...
Duvarları eridiğinde yumurtanın, başka oldular ikisi de.
Sperm kuyruğunu bıraktı geriye, yumurta kapılarını kapattı diğerlerine.
Çekirdekleri özleriydi. dolandılar birbirlerine.
"Bir" oldular...
"Tam" oldular...
Ve "var" oldular böylece.
Her şeydi şimdi.
Vardı.
...
Ayrılabilmek ancak gerçekten bağlanılabildiğinde mümkündü.
Birbirine sıkı sıkı tutunan parçalara bölündü.
Önce ikiye sonra dörde ardından sekize ve öyle devam etti...
Tek büyüyemezdi.
Yuvarlanarak değdi her parça bir diğerine ve yol aldı böylece.
Geldi oturdu rahmin bir köşesine.
İçinden bir şeyler saldı ki hem yapışsın hem yer açsın kendine.
Bağlanmak, değişmek ve değiştirmekti.
Yer bulmaktı onun içinde.
Ve yerleşmekti içine.
Hücre hücre büyümek, damla damla sızmaktı damarlarına...
Bazen karışır gibi olmak bazen ince bir zarla ayrılmaktı.
Yaşamak ve yaşatmak ancak bir "bağ"la olabilirdi.
İlki kordon bağıydı...
Ondan gelenler sadece hayatta kalmasını sağlamıyordu.
Aynı zamanda kordonun diğer ucunu da hissettiriyordu.
"Öteki"ni.
Henüz "öteki" olduğunu anlayamayacak kadar bağlı ve bağımlı olsa da.
Kalp seslerini duyuyordu, "o"nun sesini diğer tüm seslerden ayırt edebiliyordu...
Daha hangisi kendininki, hangisi onunki kestiremeden.
Kordon aralarında uzuyor, o günden güne büyüyordu.
Bir an geldi, yerine sığmaz oldu, içinde yüzdüğü denizin suları çekildi birden.
Telaşlandı, gitgide daha da hareketlendi ve bir tünele girdi.
Zifiri karanlıktı, dardı.
İçinde ilerledikçe göbek bağı geride kalıyor, korkuyordu.
Ciğerlerindeki sular azalıyor, tünelin ucunda bir ışık beliriyordu.
Ayrılıyordu...
Ve doğdu.
Daha evvel başka türlü havalanırken ilk kez kendisi aldı nefesini.
Kordon bağının diğer ucu yoktu artık, kesildi.
Göbeğinde bir ömür hiç dolmayacak boşluğu kalacaktı, geride tek izi...
Ağladı, ağladı, ağladı...
Ne sıcaktı etraf, ne de rahat.
Ardında kalan, yitirilmiş bir cennetti.
Acıktı, yoruldu ve yine ağladı...
Sıcacık bir beden kucakladı onu, sardı.
Avucunun içine değen parmağı hiç bırakmadı, var gücüyle kavradı.
Yumuşacık bir tene değdi dudakları.
İçine çekti hemen.
Ilık ılık akan bir şey vardı
Açlığını ve kaygısını yatıştıran.
Tüm vücudunu rahatlatan.
Kocaman bir dünya gibi.
Ortasında siyah bir çıkıntı içinden akan beyaz bir sıvı.
Dünyası olacaktı.
Onla ilişkisi ise hayat oyunundaki ilk provası.
Kafasından büyük bu yuvarlak şeyin meme olduğunu sonradan anlayacaktı.
Şimdilik her şeyiydi.
Bağlanıp bırakamadığı...
Kendinden ayıramadığı...
Acıkınca gelen kendinden bir parça, bir uzvu gibiydi daha çok.
Günler geçtikçe, bazen tam da istediğinde gelmediğini fark etti.
Ona bunca bağımlı olmak kızdırıyordu.
Emdikçe daha çok veren bu cömert çeşme bazen ortadan yok olabilirdi.
İçini deli bir korku kaplıyor, çığlığı basıyordu o zaman.
Ağzını dayar dayamaz ne gam kalıyordu ne tasa.
Sadece süt değildi emdiği
Memenin ardından gördüğü bir yüz vardı.
Her bir mimiğini vakumladığı.
Sıklıkla ona gülümseyen.
O yüz kendisinin miydi?
Ayna olabilir miydi?
Gözbebeklerinde gördüğü ışıktı belki.
"Güzelim sanırım" diye hissetti birden.
"Değerliyim."
"Önemli"...
"Öyle olmasa hiç parlar mı gözbebekleri bu kadar?
İhtiyaçlarım karşılanır mı böyle?
Duyduğum o tatlı ses, hissettiğim ılık ten, bulduğum huzur dolu kucak ondan..."
dedi ve ilk kez güldü, kendine bunca zaman gülene.
Güvenmek ve bırakmak kendini ona; "bir" olmak onunla.
"Bir-likte" olabilmenin öncülü.
Diğeriyle bağ kurabilmenin, sevebilmenin...
Eksiklerimle Ben iyiyim, eksikleriyle O iyi, eksiklerimizle Biz iyiyiz diyebilmenin...
Herkesle, her şeyle ilişkinin şablonu; anneyle sözsüz iletişim.
Hep ondaki boşluklar diğerleriyle doldurulmaya çalışılan.
O zamanlardaki karalamalar, temize çekilmek istenen.
Meme, annenin yüzü, sesi, dokunuşları derken yeni bir şey daha vardı keşfettiği.
Elleri...
Uzun uzun baktığı, oynadığı, yumruk yapıp ağzına sokmaya çalıştığı elleri.
Ona kendi derisini, kendi bedenini hissettiren
Öteki'nden ayırt ettiren
Bağ kurduğu yeni oyun arkadaşı.
Uykuya dalarken emdiği, acıkınca yaladığı parmakları ile yeni yatıştırıcısı.
Bağlandığı memeden ayrı da durabilmenin ilk alıştırıcısı.
Biraz büyüdüğünde her yere taşıdığı battaniyesi olacak.
Daha da büyüdüğünde oyuncakları ile konuşacak.
Ve sonra oyun arkadaşları derken...
Hayat arkadaşı ve dünyasına giren her kişi.
Memeyle yaşanılan aşk, tüm diğer aşkların çekirdeği.
Parmak izimiz gibi o ilk bağın şekli.
Elini tuttuğumuz herkese geçecek olan
İlişkiyi dönüp dolaşıp kendine benzetecek, olmadı benzeyeni seçecek bir sarmal.
Diğerlerine dolandığımız ruh ipliğimiz.
Kiminin ince, kiminin kalın.
Kiminin nakış gibi işlenmiş, kiminin kaba ilmekler atılmış, kiminin farklı iplerle örülmüş, kiminin kördüğüm olmuş...
Kiminin hiç olmamış...
Hepimiz farklı bağlanıyoruz.
Hep aynı şeyin etrafında dolanarak...
Hep aynı şeyi arayarak.
Nesil Keskinöz Bilen - Psikeart Bağlanma* sayısı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İlk Bağ

Hiçbir şeydi ilkin. Yoktu. İki bedendeki farklı iki hücreydiler bağlanmadan önce birbirlerine. Biri milyonlarcası arasından sıyrılmış...